İBRAHİM KOZACIOĞLU ORTAOKULU -
"FARKLILIĞIMIZ GÜZELLİĞİMİZDİR"
projemiz kapsamında Sandra Şarhon'un "Farklılığın Güzelliği" isimli yazısını sınıflarımızda Türkçe dersi okuma saatinde okuduk.
FARKLILIĞIN GÜZELLİĞİ (Sandra ŞARHON)
Balıkları seyretmek her zaman çok huzur verici gelmiştir
bana. Suyun içinde ahenk içinde süzülüşleri ruhumu dinlendirir, sakinleştirir.
Yine bir gün balıkları seyrederken, birbirlerine o kadar benzemelerine rağmen aslında
ne kadar farklı olduklarını fark ettim. Hepsinin davranış şekilleri
farklılıklar gösteriyordu, özellikle yem atıldığında bu farklılıklar daha da
öne çıkıyordu.
Hepsinin yemi alış şekli, süresi, miktarı balığın
özelliğine göre değişiyordu. Bazıları yemeğine yavaş yaklaşıp, yavaş yerken
bazı afacanlar hızlıca aralardan giderek, diğer balıkların önündeki yemlere
atlayarak, hızlıca yemeye bayılıyorlardı. Bazıları yemi aldıktan sonra hızlıca
uzaklaşırken, bazıları olduğu yerde yeme iyice yanaşarak yemenin tadını
çıkarıyordu. Bazıları gezinmeyi tercih ederek az ile yetinirken bazısı sürekli
yem peşinde koşturuyor, sesli olan sessiz olan, kenarda duran ortada duran,
kaynaşan kaynaşmayan, yaprak yiyen yapraktan kaçan, daha kısa daha uzun, ağzı
daha büyük daha küçük, renkleri bambaşka bu tatlı balıklar tüm farklılıklarına
rağmen ahenk içinde birbirleriyle yaşıyorlardı.
Aslında tüm bu farklılıklar,
yaşamdaki tüm canlıların o özlerinde bulunan kendi bilgileri doğrultusunda ne
kadar farklı olduklarını bir kez daha hatırlamamı sağladı. Benzer
alışkanlıklar, kültür, eğitim içinde yetiştiriliyor olsak da hepimizi
birbirimizden ayıran, farklı olmamızı sağlayan davranışlarımız, düşüncelerimiz
mevcut ve bizi biz yapan en önemli özelliklerimiz oluyor. Tüm bu davranış kalıplarımız,
karakterimiz özellikle ilk yıllarımızda önce ailemiz ile kurduğumuz bağın
çeşidine sonra çevremizden gördüğümüz tepkilere göre gelişiyor, şekilleniyor.
Varoluşunun ilk anından
başlayarak, “o sıradaki hali ile ve olduğu gibi” kabul edilip, ciddiye alınmak
çocuğun doğuştan gelen en temel ihtiyacı oluyor. Aslında farklı olduğunu fark
eden çocuk, bu farklılıklarının anlaşılmasına, kabul edilmesine en içten
duygularıyla ihtiyaç duyuyor. Duyguları, duyumları, izlenimlerine doğduğu
günden itibaren saygı ve hoşgörü ile yaklaşıldığı takdirde çocuklar güvenlik
içinde olduğu ve tehlikelere karşı korunacağı duygusu ile büyüyor. Böylece
ayrılma aşamasına geldiği zaman özellikle annesi ile kendi arasındaki
simbiyotik ilişkiden vazgeçmeyi öğrenebiliyor ve özerkliğe doğru gerekli
adımları atmaya başlayabiliyor. Çocuk; ancak, bu duygular içinde giderek daha
fazla güven kazanabiliyor, kendini keşfedebiliyor. Fakat, böyle bir ortamda
yetişme şansına sahip olmamış anne ve babalar, çocukluğundan ihtiyaç duyduğu
“ciddiye alan ve anlayan bir varlığın” arayışında olduğundan, özünden
uzaklaşmış bir şekilde gerçekten ne istediğini unutmuş ve kendi farklılıklarına
değer vermeyen bir halde olabiliyorlar.
Yaptığımız çalışmalar sonrasında
ebeveynler bu tür eskiye dayanan doyumsuz kalmış ve savunmalarla bilinç dışına
itilmiş öykülerini, oluşmuş kalıplarını, inançlarını fark ederek, kendilerine
yaklaştıkça çocuklarını da daha kolay kabul etmeye başlayabiliyorlar. Duygusal
açıdan kendini güvenli hissettikçe, yargılarından uzaklaşan ebeveynler
dışarıyla kıyaslama yerine önce kendi içlerine sonra çocukların farklılıklarına
çok daha fazla saygı duymaya başlayabiliyorlar. Anda kalarak çocukların
ihtiyaçlarını anlamaya, dinlemeye daha çok önem vermeye başladıkça, anlaşılmış
olmanın verdiği huzurla çocuklar farklı düşüncelerini çok daha rahat ifade
edebiliyor. Bu şekilde ebeveynlerin ve çocukların arasındaki bağ güçlendikçe,
yaşanan çatışmalar daha rahat çözülebiliyor ve iki taraf içinde daha huzurlu
anlar yaşayabilme fırsatı yakalanabiliyor.
Zaman içinde farkında olmaya
çalışarak, yaptığım çalışmalar ile esnedikçe, Sarp’ın, oğlumun, benden farklı
düşüncelerini çok daha rahat kabul edebildiğimi fark ediyorum. Her an
yapabilmek çok kolay olmuyor ama bu niyet de kalmaya çalışmak bile beni yolda
tutabiliyor. En son yaşadığımız bir olayda yine küçüklükten gelen doyumsuz bir
yanımın, Sarp üzerindeki etkisini fark edebilme şansını yakaladım. Dans etmeyi
oldum olası çok sevmişimdir ve küçüklüğümde baleye gitmeyi çok istememe rağmen
o anki şartlar uygun olmadığı için devam edememiştim. Geçen ay çocuklara dans
eğitimi veren keyifli bir yerle karşılaşınca, Sarp’ı da götürmeye niyetlendim,
bir yerden başlasa ne güzel olur diye düşünüyordum. Evde de dansı çok
sevdiğinden, bayılacak diye hayal ediyordum. Heyecanla gittik ve daha başlar
başlamaz önce gözlemlemeyi tercih eden oğlumu anlayarak yandan izlemesini
izledim. Yavaş yavaş dansın içine girmeye çalışsa da bir süre sonra sıkılarak
etrafta dolanmaya başladı. Tüm annelerin niye çocuğa bir şey demiyor bakışları
altında çocuğu serbest bırakabilmek kolay olmasa da tam 1 saat boyunca orada bu
şekilde kaldık. Sonrasında Sarp’ın “ben zaten dans ediyorum buraya niye geleyim
ki” demesi ile aslında doğal olan bir süreci bozmanın ve kendi isteğimden
dolayı ona baskı kurmanın anlamsız olacağını düşünerek bir daha gitmemeye karar
verdik. Sonrasında uzun zamandır istediğim street jazz dansına başlayarak kendi
isteğim için adım atmanın mutluluğunu yaşadım.
Bu tabi ki sadece küçücük bir
örnek… Bunun gibi birçok konuda çocuklarımıza farkında olmadan baskı
kurabiliyoruz ve gerçekten ne istediklerini kaçırabiliyoruz. Bizim
ihtiyaçlarımızdan çok aslında onların ihtiyaçlarını anlamaya çalışabilirsek,
farklı ve iyi olan özelliklerine saygı duyarak gelişmelerine destek olabilirsek,
ileride kendilerini neyin mutlu ettiğini çok daha rahat keşfedebilecekler.
Farklılığın güzel olduğunu ve yaşamı anlamlı kıldığını anlayabilecekler. Yeni
bir yıl bizi bekliyor, geçtiğimiz yıldan farklı neler yapabileceğimizi
düşünerek, kendimizi daha çok kabul edebileceğimiz, farklılıklara saygı
gösterebileceğimiz, huzur ve keyif dolu bir yıl diliyorum…
Yorumlar
Yorum Gönder